preload

Dünya gözümüze uçsuk bucaksız ve belirsizliklerle dolu görünebilir, ama çoğumuz o büyük bilinmeyeni keşfetmenin hayalini kurarız. Sen en son ne zaman meçhul bölgelere seyahat etme cesaretini gösterdin? Aşağıdaki, seyahatin en cesur öncülerinden bazılarını sıralayan listeye sen de katıl.

Bu kişilerin bazıları ne kadar yüksek ya da uzak noktalara ulaşmış ilk kişiler olsa da, bize göre seyahatin amacı en iyi olmak değil. En sevdiğimiz gezginlerden oluşan bu listenin sana da bir amacı olan müthiş seyahatlere çıkma ilhamı vereceğini umuyoruz.

Junko Tabei

Ünlü gezginler- Junko Tabei 1985’te Tacikistan’daki Somani Zirvesi’ne tırmanıyor

Junko Tabei 1985’te Tacikistan’daki Somani Zirvesi’ne tırmanıyor © Jaan Künnap

Junko Tabei Fukushima, Japonya’nın küçük bir kasabasından tut Everest Dağı’nın gökleri delen zirvelerine dek birçok yerde, kaderinde büyük başarılar olduğunu ispatladı. Tabei küçük yaşlardan itibaren okul gezilerinde hem kendisini, hem sınıf arkadaşlarını aşmaya odaklandı ve bununla da kalmadı: 28 yaşındayken sadece kadınlardan oluşan bir tırmanış kulübü kurdu, bir yıl sonra da Nepal’deki Annapurna III’e tırmanmak üzere sadece kadınlardan oluşan bir keşif gezisine katıldı.

Beş yıl sonra, Everest Dağı’nın siyah beyaz zirveleri Tabei’yi selamladı, ama bu pek kolay olmadı. Tabei feci hava şartlarından ve çığdan ötürü ölümle burun buruna geldi. Karın altında kalmasından ileri gelen kalça yaralanmasıyla kendisi baş etmek zorunda kaldı. Azmini kaybetmeyerek South-Ridge rotasında yapılan altı günlük zahmetli bir yürüyüşle, kazadan yedi gün sonra Everest Dağı’nın zirvesine çıkan ilk kadın oldu.

Dur durak bilmeyen Tabei dünyanın en yüksek yedi dağ zirvesinden oluşan Yedi Zirveler’i fethetti. Bu zirveler arasında 5.895 metrelik akıl almaz yüksekliğiyle Tanzanya’daki Kilimanjaro ve Okyanusya’nın en yüksek dağı Carstensz Piramidi de var.

Michael Palin

“Seyahat denen virüs kanınıza girdiğinde panzehiri yoktur ve ben, bu hastalığı hayatımın sonuna kadar mutlulukla taşıyacağımı biliyorum.” Monthy Pyhton oyuncusu Michael Palin’in yaptıkları sadece birkaç espriden ve birkaç bin kilometrelik yol aşmaktan ibaret değil; Palin oyunculuk kariyerini sürdürürken bir yandan da en büyük tutkularından birine, yani seyahate odaklandı.

Kendi seyahat belgesellerinin yazarlığını ve oyunculuğunu yapan Palin Jules Verne’in benzer adlı romanındaki kurmaca karakterden ilham alarak 80 günde bütün dünyayı dolaşmayı denedi. Londra’da başlayan ve biten aksilikler Arap Çölü’nden geçip ve Indian Railways’e binmesine sebep oldu.

Seyahatlerinde ilham aldığı bir diğer romancı da Hemingway’di. Palin onun ayak izlerinden giderek Hemingway’in balığa çıkmayı sevdiği Michigan veya yazarın eski yuvası olan Küba gibi yerleri ve benzerlerini keşfetti.

Palin bir röportajda dünyada en sevdiği yerin Peru’daki Pongo de Mainique olabileceğini söyledi, ama uzak diyarlar Palin’i ne kadar çağırırsa çağırsın, onun kendi ülkesini (yeniden) keşfetme aşkı eserlerinde kendisini hemen belli ediyor. Great Railway Journeys belgesel dizisinin bir bölümü, Londonderry’den Palin’in atalarının memleketi olan Kerry’ye yaptığı tren yolculuğunu konu alıyor.

Onun ayak izlerini takip ederek nereye gitmeye karar verirsen ver, sınır gökyüzü diyebiliriz. Ne de olsa uzayda 9621 Michaelpalin adlı, oyuncunun eğlence sektöründeki başarılarını onurlandıran bir asteroit dolaşıyor.

Karen Blixen

Karen Blixen çıktığı çok sayıda seyahatin birinde, Kopenhag’daki Kastrup Havalimanı’nda

Karen Blixen çıktığı çok sayıda seyahatin birinde, Kopenhag’daki Kastrup Havalimanı’nda © SAS Scandinavian Airlines

Bazen hayat insana limonata yapsın diye limon verirken, bazen de kahve çekirdeği verir.

1885 Danimarka doğumlu Karen Blixen çok geçmeden İskandinavya’daki hayatını Kenya’daki Afrika güneşiyle takas etti. Eşiyle ikisi Karen Coffee Company’yi kurarak kahve yetiştirme macerasına atıldılar. Eşi sıklıkla safariye çıkarken Karen çiftlikte ter döktü ve zamanını İngilizcesini kusursuz hale getirip deneyimlerini kaleme alarak harcadı. Blixen’i yazar olarak uluslararası bir üne kavuşturan hikayeler işte böyle zorluklardan doğdu.

Karen Danimarka’ya döndüğünde ilk projesi The Seven Gothic Tales’i (1934) okurlarla paylaşmak oldu. Bir Danimarka kasabasında yaşayan bir şairi, Almanya’nın Holstein bölgesindeki yaşamı ve Paris’te geçen imkansız bir aşkı betimleyen bu hikayeler Karen’ın seyahat sevgisini yansıtıyor. Yazarın en bilinen eseri Afrika’daki hayatıyla ilgili kurmaca dışı kitabı.

Çiftlikte çalışmanın zorluklarını, bunu takip eden fiyaskoları ve 20. asır Kenya’sında beyaz bir yerleşimcinin hayatını anlatan kitap 1937’de basılmasının ardından 1985’te Oscar ödüllü bir filme dönüştürüldü.

Nostaljik hikaye yerlilerle olan etkileşimleri ırkçılık kokacak kadar açık sözlü bir biçimde betimlediği için birçok eleştirinin hedefi oldu. Karen’in yaşam öyküsü yine de konfor alanından koparılan, hakkında çok az şey bildiği toplumlarla etkileşime giren genç bir kadının bakış açısını yansıtıyor ve o genç kadın, deneyimlerini dünyanın geri kalanıyla paylaşmak üzere hatırlıyor.

Sir David Attenborough

Belgesellerini gözün kapalı izlesen bile onun İngiliz aksanlı sesini tanırsın, ama bizce gözlerini uzun süre kapalı tutma, çünkü Dünya’mızın televizyonda görebileceğin en güzel görüntülerinden bazılarını kaçırabilirsin. Sir David Attenborough bir doğa bilimci ve BBC sunucusu. Kendisi Planet Earth gibi belgesel dizilerinde çöllerde, dağlarda dolaşıyor; Dünya’yı bir kutuptan diğerine kadar arşınlıyor.

Japonya’daki en büyük amfibi olan Dev semenderi gördün mü? Dianne Fossey’nin Rwanda’daki sığınağında gorillerle haşır neşir oldun mu? Attenborough bütün bunları yaptı ve 90 yaşındaki bu adamın yapılacaklar listesinde üzerini silmediği pek bir şey kalmadı. Attenborough yakın zamanda verdiği bir röportajda henüz keşfetmediği bir yerden bahsediyor: Gobi çölünün ortasından.

Attenborough 1995’te şövalye ilan edilip Sir unvanına kavuşmasının yanı sıra Life On Earth, Life in the Freezer (Antarktika’daki yaşam döngüsünü konu alıyor) ve The Blue Planet (su altındaki yaşamı konu alıyor) gibi belgesellerin yapımcılığını üstlenmiş olmasını da başarılarından sayıyor. Vahşi yaşam uzmanı olarak gösterdiği çabaları onurlandırmak adına, bazı bitki türlerine, eklembacaklılara ve omurgalılara onun adı verildi.

Yolculukları Londra’dan Galapagos adalarına, Mozambik’e ve Bahamalar’a kadar uzanan Attenborough neredeyse her şeyi gördüğünü söyleyebilecek durumda. Attenborough bütün bunlara ek olarak, çevresel sürdürülebilirliği ve farkındalığı teşvik eden biri: gezegenimiz hala harikalarla dolu.

Onları keşfettikçe yalnızca anlayışa değil, güce de kavuşuyoruz. Bugün bizim ellerimizde olan tek şey balinanın geleceği değil; ellerimizde olan nefes alan gezegenimizin her yerindeki doğal dünyanın kaderi. Tercih bizim. Yani, iyi seyahat ederken bir yandan da akıllıca seyahat et, yoldayken çevrendeki güzellikleri fark et ve onlara saygı göster.
Daha fazla bilgi için: BBC’nin Planet Earth belgeseliyle harika yerleri ziyaret et

Amma

Herkese yetecek kadar var! Amma Kaliforniya’daki etkinliğinde yüzlerce insanı kucaklıyor

Herkese yetecek kadar var! Amma Kaliforniya’daki etkinliğinde yüzlerce insanı kucaklıyor

Bazen seyahatin amacı ille de bir şehri ya da ülkeyi keşfetmek olmaz; seyahat bazen tanıştığımız insanlarla beraber yapılan manevi bir yolculuktur. Hindistan doğumlu Mata Amritanandamayi, nam-ı diğer Amma, dünyayı dolaşıp sevgiyi paylaşıyor, dinden ve kültürden bağımsız olarak insanları fiziksel olarak kucaklıyor.

Kendi kendisini yetiştirmiş bir manevi lider olarak tanınan, müritlerinin Amma (anlamı “anne”) diye hitap ettiği gezgin dünyanın birçok yerine yaptığı turlarda zaman zaman 10 saati bulan kucaklama seansları düzenliyor. Bu sayede aradan geçen yıllar boyunca 30 milyondan fazla yabancı onun şefkatinden nasibini aldı.

Yalnızca sevgiyle ilgili öğretiler sunmakla kalmayıp insanlara birbirine yardım ve hizmet etmeyi öğreten Amma zamanını küresel hayır işlerine adayarak açlıkla mücadele ediyor, hayır işi derneklerinin finansmanı vasıtasıyla dünyanın 40’tan fazla ülkesinde kadınlara sağlık hizmeti sağlayıp onları güçlendiriyor.

Amma bütün dünyayı kucaklamakla meşgul olmadığında onu Kerala, Hindistan’da bulunan, “Tanrı’nın ülkesi” olarak da bilinen ashramında (Hinduizm’de inziva yeri) bulabilirsin. Müritleri Parayakadavu köyünü mesken tutup meditasyon yapıyor, öğlenleri Prasad (dini bir adak yemeği) yiyor ve az bilinse de Hindistan’ın en güzel bölgelerinden biri olan huzurlu Kerala’yı keşfediyor.
Daha fazla bilgi için: Hindistan’a seyahat etme nedenleri

Matthew Henson

Matthew Henson Kuzey Kutbu keşif gezisindeki partneri Robert E. Peary’nin portresini taşıyor

Matthew Henson Kuzey Kutbu keşif gezisindeki partneri Robert E. Peary’nin portresini taşıyor © New York World-Telegram/Roger Higgins

Maryland doğumlu Matthew Henson buzlu hududu keşfetmek üzere yola çıkarak el değmemiş Kuzey Kutbu’nu gafil avladı. Gemide çalışarak eğitim görmüş bir kaptan olan Henson, bundan önce Asya’ya, Afrika’ya ve Avrupa’ya seyahat ederek keşfetme arzusunu körüklemişti. Ardından kaşif Robert Edwin Peary’yle tesadüfen karşılaşmaları 1891’den 1909’a kadar sürecek 20 yıllık bir keşif gezisiyle sonuçlandı.

Henson’ın Grönland’daki yerel Eskimo kültürünü benimsemesi, yerlilerin dilini öğrenip hayatta kalma yetenekleri edinmesi ve buzulun haritasını çıkarması sadece birkaç yıl sürdü. Henson o sırada eşiyle birlikte yaşadığı Nikaragua’ya zaman zaman dönse de birçok farklı keşif gezisinde yer aldı ve açlıktan ölme riskinden ötürü birden çok geziyi yarıda bırakması gerekti.

Bu yüzden Kuzey Kutbu bir süreliğine, onun için ulaşamadığı bir hedef haline geldi. Peary ve Henson, Nisan 1909’da nihayet, Eskimolardan ve köpeklerden oluşan bir ekip eşliğinde varış noktalarına ulaştılar ve Kuzey Kutbu’na Amerikan bayrağını gururla diktiler.

Maalesef Kuzey Amerika’nın 20. yüzyılın başındaki siyasi durumu Henson’ın Kuzey Kutbu’na ayak basan ilk Afrikalı Amerikalı olarak hak ettiği övgüleri almasına engel oldu. Henson’ın müthiş yolculuğu ancak 1937’de, New York’taki Kaşifler Kulübü’ne üye olması onaylandığında kabul görmeye başladı ve Henson 1944’te Kongre Madalyası’na layık görüldü.

Onun ayak izlerinden gidip yanında bir köpek sürüsüyle insanın içine işleyen rüzgarlarla boğuşabileceğin gibi, Henson’ın çektiği çileleri ve kazandığı zaferleri 1947’de yayımlanan biyografisi Dark Companion’da da okuyabilirsin.

Karl Bushby

Dünyayı yaya gezmek kolay iş değildir, ama eskiden Britanya Ordusu’nda paraşütçü olan Karl Bushby’nin 1998’de kendisine edindiği misyon tam da bu. Gelgelelim, Golyat Keşif Gezisi olarak bilinen yürüyüşü, adının hakkını verecek kadar zorluydu. Bushby yola Punta Arenas, Şili’den memleketi İngiltere’ye kadar, 8 yılda 58.000 kilometre yürüme hedefiyle koyulduysa da bugün hala yollarda.

Bushby, Güney, Orta ve Kuzey Amerika’yı yürüyerek aştıktan sonra Alaska’dan Rusya’ya yürümek için Bering Boğazı’nı yaya geçmeye çalıştı, ama doğru gümrük kapısını kullanmadığı gerekçesiyle sınır güvenliği tarafından tutuklandı. Bunu takip eden yıllarda Rusya hükümetiyle adeta bilek güreşine tutuşarak doğru vizeleri almak, temyize giderek yasakları kaldırtmak ve yürüyüşüne devam etmek için çabaladı.

Bushby neredeyse her yıl birkaç bin kilometrelik ilerleme kaydetti. Vize kısıtlamalarına saygı göstermek için ve doğru evraklara sahip olmadığından Rusya’ya girmekten talihsiz bir biçimde men edildiği için de yürüyüşlerine ara vererek Alaska ve Meksika gezilerine çıktı. Bushby yasağı kaldırtmak için Los Angeles’tan Rus Büyükelçiliği’ne 4.800 kilometrelik bir protesto yürüyüşü yaptı. Yasak iki yıl sonra kaldırıldı ve Bushby Rusya’ya her girişinde 90 günlük vize alma şartını mecburen kabul ederek yoluna devam etti.

Bushby Eylül 2016’da, temelinde vefat eden inşaat işçilerinin iskeletleri kullanıldığı için Kemik Yolu olarak da bilinen Kolyma Otoyolu’na yeniden adım attı ve bu asfaltlı yol vasıtasıyla Rusya’yı terk etti. Son olarak Mart 2017’de, memleketi İngiltere’ye dönme amacıyla Moğolistan’ın içinden batıya yürüyordu. Kendisi sosyal medya hesaplarından düzenli olarak görüntü paylaşıyor.

Daha fazla seyahat fikri mi arıyorsun? Unutma, yoldayken hep #evetde ve göçebe seyahati hayat tarzın haline getirmekten korkma.

Yazar hakkında

Fanny OlhatsFanny’yi rengârenk keçeli kalemlerinin ve süslü hediyelik eşyalarının arasındaki momondo klavyesi ile seyahatte nelerin popüler olduğuna dair coşkulu bir yazı yazarken bulabilirsin. Yarı zamanlı göçebe, tam zamanlı bir hayalci olan Fanny, zamanının büyük bölümünü Instagram’da bir sonraki seyahatini araştırarak geçiriyor. Kabin bagajında neler mi taşıyor? Seyahat defteri, kurşun kalem, bir çikolata ve en iyi 101 fıkra kitabı.

Diğer yazıları keşfedin