Instagram sayfalarında gezinmek artık seyahat tutkunu gidermeye yetmemeye başladığında seyahat belgesellerine şans vermeye başlayabilirsin.
Doğal keşifler, tarihi gerçeklerin açığa çıkarılması, lezzet yolculukları veya yol gezileri fark etmeksizin, hem beyaz perdede hem de televizyonlarımızda seyahatle ilgili belgesellerin altın çağını yaşıyoruz.
Her ne kadar seyahat etmenin yerini bire bir tutmasalar da dışarı çıkıp keşfetmeye başlamanı sağlayacak kadar ilgini çekeceklerine emin olabilirsin.
1. Jiro Dreams of Sushi (2011)
Belgesele de adını veren Jiro dokuz yaşında bir suşi restoranında çalışmaya başladı. Yaklaşık seksen yılın ardından hala bir suşi restoranında çalışıyor.
Bu seferki Tokyo’daki bir ofis binasının alt katında, bir araba parkının yanına tıkıştırılmış bir yer ve mütevazı bir dekorasyon ile sadece 10 bar taburesine sahip.
Ah! Söylemeyi unuttuk. Burası ayrıca 3 Michelin yıldızlı bir restoran ve dünyadaki en iyi suşi deneyimlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Bir büyükbaba kadar sevimli ve huysuz (bir o kadar da mütevazı) biri olan bu artık 91 yaşındaki ihtiyar, şöhretin getirdiği sarhoşluğa hiçbir zaman kapılmadı.
Belgesel, Jiro’nun hazırladığı her tabakta suşi sanatını nasıl mükemmelleştirmeye çalıştığını gösteriyor. Belgeseli izlerken ağzının suları akacak ve hemen Tokyo’ya bir uçak bileti alıp, akşam yemeğini Sukiyabashi Jiro suşi restoranında yemek isteyeceksin.
Yalnız rezervasyonunu en az bir ay önceden yapmayı sakın unutma.
2. Encounters at the End of the World (2007)
İlk defa bir Werner Herzog belgeseli izledikten sonra etkisinden kurtulmak hiç de kolay bir şey değil.
Alman film yapımcısının, komik ve alaycı bir anlatıma ve yüzleşme tarzında bir dizi röportaja sahip, Doğa Ana ile insanoğlu arasındaki savaşa cesur bir bakış atan bu eseri senden uçuruma uzunca bir süre bakmanı istiyor, ta ki o da sana bakana kadar.
Encounters at the End of World’de, kaçık belgeselcimiz sert iklimi, yerel vahşi yaşamı ve burayı evi olarak kabul ederek bütün olasılıklara meydan okuyan insanları incelemek için Antarktika’ya seyahat ediyor.
Eğlenceli ama bir o kadar da tüyler ürpertici olan bu belgesel, düzenli seyahat edenler için harika bir hafif eğlence sunuyor ve cesur dünya kâşifleri için de bir manifesto niteliği taşıyor.
3. Happy People: A Year in the Taiga (2010)
Herzog’la dünyanın ucuna kadar gittikten sonra, onu Happy People: A Year in the Taiga’da Sibirya’nın derinliklerine yaptığı yolculukta da takip etmek isteyebilirsin.
Herzog, dünyanın en ücra yerleşim birimlerinden biri olan Bakhtia köyünde yaşayan kürk avcılarının hayatlarını takip eden ve aslında bir Rus televizyonu dizisi olan bu belgeselin ortak yapımcılığını üstlenmiş.
Belgeselin ele aldığı zorlu şartlar korkusuz dünya maceracısı Bear Grylls‘i bile gözyaşlarına boğacak düzeyde. Yaz boyunca avlanarak, balık tutarak ve ürün yetiştirerek hazırlanan avcılar, kışın en uç noktada bir hayatta kalma mücadelesine girişiyor.
İlkel yaşamlarına rağmen, film bu Sibirya yerlilerinin teknolojik gelişmelerden ve modern zamanların “gerçek ötesi” olgusundan uzaktaki mütevazı yaşamlarıyla ne kadar mutlu olduklarını da yansıtıyor.
Empati yüklü, hayat dolu ve içinde bir tane bile selfie çubuğu göremeyeceğin bir belgesel!
4. Samsara (2011) / Baraka (1992)
Yönetmen Ron Fricke’nin bu seslendirmesiz belgeseli bir Doğal Tarih ve Antropoloji Müzesi’ne konulsa hiç sırıtmazdı. Beş yılı aşkın bir sürede ve beş farklı kıtada çekilen bu tutku dolu deneme filmi, insanoğlunun şefkat ve bağlanma duygusunu inceliyor.
Dünyanın uzak köşelerine seyahat ederek, yerel halkla, kültürler ve diller boyunca yayılan köklü bir insaniyet, sevgi ve merak gibi ne kadar çok ortak yönü olduğunu fark ederek şaşıranları derinden etkileyecektir.
İnsanoğlunun küresel bağlarını gözler önüne seren bu sanat dolu bakışın tam sana göre olduğunu düşünüyorsan, yönetmenin aynı derecede muhteşem 1992 yapımı Baraka eserine de göz atmak isteyebilirsin.
Her ikisini de bulabildiğin en büyük ekranda izlemeni öneriyoruz – ne de olsa IMAX tam da bunun için geliştirildi!
5. Life in a Day (2011)
Life In A Day (Dünyada Bir Gün) kulağa çok sıradan geliyor olabilir ama YouTube tarafından finanse edilen bu topluluk projesi kesinlikle sıra dışı bir yapım.
192 ülkeden gönderilen 80.000 video başvurusundan derlenen 90 dakikalık film, hepsi de 24 Temmuz 2010’da tek bir gün içinde çekilen görüntüleriyle dünyanın her yerinde yaşanan hayatlardan kesitler yansıtıyor.
Video kesitleri sıradan olaylardan (kahvaltı hazırlama, diş fırçalama) harikulade sahnelere (Koreli bir adamın ülkesinin yeniden birleşmesini teşvik etmek için bisikletle dünyayı dolaşması veya bir Avustralyalının büyük bir kalp ameliyatının ardından hayata duyduğu yeni sevgiyi yaşlı gözlerle ilan etmesi) uzanıyor.
Bu derlenen anların her biri, dünyamızın birbirine nasıl bağlı olduğunu göstererek, 90 dakika içinde yüzlerce farklı topluluğa konuk olmanı sağlıyor.
6. 180° South (2010)
Macerayı seven gezginlere hitap eden bu belgesel, korkusuz kahramanları Doug Tompkins ve Yvon Chouinard’ın (sırasıyla The North Face ve Patagonia outdoor giyim markalarının kurucuları) kayalara bıraktığı ayak izlerini takip eden Kaliforniyalı bir gezginin Patagonia’ya yaptığı destansı ve tehlikeli yolculuğu anlatıyor.
Kamp ateşinin yanında uzun sohbetlere ve sörf seanslarına sahip belgeselin tamamı neşeli ve rahat bir gezi günlüğü tarzında çekilmiş.
Bu da 180 Degrees South belgeselinin başarısının bir başka göstergesi: birçokları için ölüme meydan okuma anlamına gelen bir mücadeleyi, insanlara ulaşılabilecekleri ve kendilerini ilişkilendirebilecekleri bir yolculuk gibi sunabilme becerisi.
Bunun hayatta bir kez karşılaşılabilecek tarzda bir seyahat olduğu gerçeği de filmi Güney Amerika’yla ilgilenen gezginler için çok daha önemli hale getiriyor.
7. Touching the Void (2003)
180° South belgeseline benzer şekilde, Touching the Void da seçtikleri seyahat deneyimi için inanılmaz miktarda çaba ve azim gösteren insanları konu alıyor.
Bu belgeseli diğerinden ayıran farksa, 1985’de iki dağcı Joe Simpson ve Simon Yates’in Huayhuash sıradağlarındaki Siula Grande’ye büyük talihsizlikler ve ölümcül şartlar altında yaptıkları yolculuğun heyecan dolu hikâyesi.
Bir dizi itiraf niteliğinde röportaj ve “iyi ki orada değilmişim” dedirten canlandırmalar eşliğinde ilerleyen Touching the Void, ekrana ve koltuğuna yapışmanı ve ölümün eşiğinden dönülen bir tırmanışa hiç istemeyeceğin kadar yakından şahit olmanı sağlayacak.
Belgeseli izlediysen ve yine de Peru Andları’ndaki bu huysuz sıradağlara tırmanmak istiyorsan, en azından artık nasıl hayatta kalabileceğini de en iyi şekilde biliyorsun.
Okumaya devam et: