momondo’nun ilham veren kadınlar serisi bisikletle dünyayı gezen Hale Sargın’la devam ediyor. “İşi gücü gezmek” olan Hale, aynı zamanda yer aldığı sosyal sorumluluk projeleriyle başka hayatlara da dokunuyor.
Gezgin olmak, sadece farklı kültürleri tanımak değil, aynı zamanda farklı yaşamlara dokunmak ve onların hikayelerinde şefkatli bir köşe edinmek anlamına da geliyor. İşte bu haftaki ilham veren kadınlar köşesinin konuğu bu felsefeyi tam anlamıyla benimsemiş bir kadın olan Hale Sargın.
Sırt çantası ve bisikletiyle yolları pedallarken çocukların yüzlerindeki gülümsemeyi de fotoğraflayarak takipçileriyle paylaşan Hale, aynı zamanda edebi üslubuyla da okumaya değer yazılar yazıyor. Biz de bu hafta Hale’nin öyküsüne ortak olmak istedik ve ondan hem bloğu İşim Gücüm Gezmek’i, hem de “yoldan çıkan hikayeleri”ni ve “gönülden işler”ini dinledik.
Gezgin olma merakın nasıl başladı?
Bu kadar süre yollarda olmayı planlayarak yola çıkmamıştım aslına bakarsanız. Adım adım ilerledi herşey.
Özel bir bankada 9/6 çalışıyordum. Hayat tarzımı değiştirmek istedim, başkalarının çizdiği sınırların içinde özgür olduğumu hissetmeyince, hırslarla ve egolarla dönen o çarkın içinden çıkmak istedim. Tüketip, tükettiğinin yerine birşey koyamamaktan ötürü şehirli insanların yaşadığı kronik mutsuzluk içindeydim, dışarıdan bakıldığında süper mutlu gözüküyorsun ama içeride hep birşeylerin eksik olduğunu en derinden hissediyorsun.
Ne yapabilirim soruları kafamda dönüyordu zaten, sonra alternatif bir yaşam ararken kendimi yollarda buldum. Sürdürülebilirliğini gördüm, deneyimledim. Bu yaşam beni mutlu etti aradığımı bulduğumu hissettim, peşinden gittim. 5 yıldır yollarda bir yaşam sürdüyorum ve her gün bu yolda olduğum için şükrediyorum. Nereye kadar derseniz? Kim bilebilir?
Bisikletle gezme fikri başta korkutucu gelse de sonradan oldukça eğlenceli bir deneyim olduğu anlaşılıyor. Sence bisikletli bir gezgin olmanın farkı ne?
İlk düşündüğünüzde size korkutucu mu geliyor cidden bisikletle gezmek? Ben bisikletle gezme fikrine çok romantik yaklaştım biliyor musunuz başta 🙂 Bana çocuk oyuncağı gibi olacak, hep bayır aşağı uçarcasına pedallayacağım, yağmur bulutları beni es geçecek gibi gelmişti 🙂 Sonra ne oldu dersiniz; ilk hafta seleden dolayı popomun üzerine oturamadım, ilk rampada antremansız bacaklarım titredi, bisikletten inip dağın tepesine bisikletimi ittirerek çıktım, yağmur yağmaya başlayınca sığınacak bir saçak aradım, yorgunluktan gece çadırımı kurmakta zorlandım.
İlk haftanın sonunda gece çadırımda yatıyordum ‘‘Nerede bu bisiklet yolculuğunun eğlenceli yanı? Yoruluyorum, 1 günde ancak 70-80 km gidiyorum, öncesinde otostopla hiç yorulmadan istediğim yere gidebiliyordum.’’ diye düşünüyordum. Bisikletli gezginlerin fotoğraflarındaki o mutlu yüzlerinin bir nedeni olmalı değil mi? diye o gülümsemelerin altındaki nedeni anlamaya çalışıyordum.
O zamana kadar yaptığım zorlu dağ yürüyüşleri geldi aklıma, saatlerce yürürsün, rüzgar iter seni gelme dercesine, soğuk dudaklarını çatlatır, nefesini keser yükseklik, yürürsün saatler hatta günler boyunca, zirveyi düşlersin, önüne çıkan zorluklar o düş sayesinde çekilir bir hal alır. Zirveye vardığındaysa aldığın haz unutturuverir sana tüm yorgunluğunu. Pes etmediğin için, rüzgara, soğuğa rağmen devam ettiğin için o yürüyüşün mükafatını doğa ana sunar ayaklarının altına, gözlerinin önüne, kalbinin derinliklerine.
İşte ben de o akşam çadırımda yatarken kendi kendime dedim ki ‘‘Sabret bakalım Hale neler çıkacak karşına’’ Sabrın sonu selamet dememişler boşuna!
Bisiklet en derinlere kadar dokunabilmem için müthiş bir aracı; kendi içimdeki derinliklere ve pedalladığım toprakların derinliklerine. Bisiklet seni rehber gezi kitaplarında adına bile rastlayamayacağın bakir güzelliklerle buluşturur. Araçla geçerken duramadığın her yerde durma özgürlüğün var.
Bisiklet üstünde yavaş yol aldığın için herşeyi sindirerek yaşarsın, bir köy sadece köy olmaz artık dağın tepesindeki, gölün kenarındaki, kanyonun sonundaki diye coğrafyasına kadar tanımlarsın, çünkü o köye o dağı tırmanarak varmışsındır yada o gölün kıyısında kurmuşsundur çadırını.
Uzun yol tur bisikletçiliği eğlenceli dersem çok yüzeysel kalır, bisiklet güçlü bir irade işi fakat her gün bisikletle yol almak daha güçlü bir irade istiyor, bedensel güçten önce güçlü bir iraden olması lazım devam edebilmek için. Sabah evden çıkıp 100 km pedallayıp akşam tekrar eve dönmek gibi değil uzun yol tur bisikletçiliği.
Uyan, çalının/ağacın dibine tuvaletini yap, yemeğini hazırla, çadırını topla, bisikletini hazırla, saatlerce pedalla, bir insan evladı göremeyeceğin yollardan geç, akşam kamp yapmak için uygun bir yer bul, çadırını kur, yemeğini pişir, dökme sularla tabağını tencereni yıka, yat, uyu ve ertesi gün yine bunların aynısı. Havayı, suyu, yemek bulabileceğin en yakın yerleşim yerini, konaklayabileceğin yerleri, güvenli/güvensiz bölgeleri, eğimi, yemek ocağının gazını, arkanda hiç bir eşya unutmadan yoluna devam ettiğine kadar herşeyi düşünmek zorundasın, hele bir de tek başına geziyorsan bunların hepsini tek başına düşünmek zorundasın.
Yani sabah yatağını toplamaya üşenen, duş almadan asla evden çıkamam diyenler için pek çekilecek dert değil bu uzun tur bisikletçiliği.
Hangi bisikleti kullanıyorsun?
Bisiklet sponsorum Accell Bisiklet, Alaska’ya doğru ilerlediğim yolculuğum için özel bir tur bisikleti hazırladı Carraro marka. Bisikletin üzerindeki tüm ekipman uzun yolda daha konforlu bir sürüşe uygun. Ayrıca bisiklet sürerken kendi enerjimi üretebiliyorum dinamo sayesinde, bu da uzun tur yapanlar için oldukça önemli bir detay. Telefonumu nerede şarj edebilirim diye düşünmeden pedallamak büyük bir rahatlık.
Bisiklet ekipmanı konusunda uygun parçaları bulmakta zorlanıyor musun?
Bazı yedek malzemeleri yanımda taşıyorum, nerde ne başıma geleceği belli değil. Güney Amerika’da yedek parça bulmak çok kolay değil, fren sistemim için yedek malzeme araştırmıştım bırak yedek malzemeyi o fren sistemi hakkında bilgileri bile yoktu mesela.
Peru’da bir bisiklet kazası geçirdim ve bisikletimin maşası zarar görmüştü, değiştirmek için büyük şehirlere gittim fakat ihtiyacım olan maşayı bulamamıştım. Fakat Avrupa’da bisiklet kültürü daha yaygın olduğu için daha rahat ekipman bulunabiliyor.
Blog yazılarındaki konu balıkları özgün ve ilgi çekici. Bunları neye göre belirliyorsun?
Bunun cevabını vermek zor sanırım, içimden o kelimenin taştığını hissediyorum yazıyı yazarken.
Bize biraz Gönülden İşler ile ilgili bilgi verebilir misin? Bu bölümü oluştururken ne amaçladın?
Kurumsal çalışma hayatındayken başladı aslına bakarsanız bu gönülden işler. Çalıştığım banka, çalışanlarını da aktif olarak dahil ettiği çeşitli sosyal sorumluluk projeleri organize ediyordu. Çalışanlardan oluşan tiyatro kulübünde oyunlar sergileyerek geliriyle çeşitli sivil toplum kuruluşları/ derneklere kaynak sağlıyorduk, çevre ile ilgili, eğitim ile ilgili sayısız projelere katıldım bankada çalıştığım süre boyunca.
Haftasonları Ege’de bir sahile gidip sahil temizliği yapıyorduk bankada çalışanlarla, ertesi hafta Anadolu’da bir yere gidip ağaç dikiyorduk. Kocaman salonlarda dans gösterileri yapıyorduk, gelirini kimsesiz çocuklara bağışlıyorduk. Bu aktivitelere dahil olmak tamamen gönüllülük esasına dayanıyordu.
Bir süre sonra profesyonel olarak bu gönüllülük işlerini yürütürken buldum kendimi bankada. Belki de bir banka da olabilecek en keyifli departmandı benim için. 8 sene boyunca bankada yaptığım her sosyal aktiviteyi bir sosyal sorumluluk projesine bağlama bilinci gelişti bende.
İşimden istifa ettikten sonra İtalya’ya Avrupa Gönüllülük Hizmeti yapmaya gittim. Güney Amerika yolculuğuma başlar başlamaz yine gittiğim ülkelerde gezerken bir yandan da çiftçilere destek vermeye başladım. Bu arada koşuya başlamıştım, nerede hangi ülkede/şehirde/köyde olursam olayım her gün düzenli koşuyordum.
Tamamı gönüllü koşuculardan oluşan Adım Adım Oluşumu’nun desteklediği sivil toplum kuruluşlarına bulunduğum ülkelerdeki maratonlarda koşup bağış toplayarak destek olmaya karar verdim. Arjantin’de ve Şili’de yarı maraton koşarak Koruncuk Vakfı’na ve Buğday Derneği’ne bağış kampanyaları düzenleyerek kaynak yaratılmasına katkıda bulundum.
Hatta taptaze bir projem daha dünyaya geldi kısa bir süre önce; Duvarları Yıkan Kadın Elleri. Elleriyle sanat yapan kadınları desteklemek için kolları sıvadım. Duvarları yıkan, yıkmak için mücadele veren biri olarak duvarlarını yıkan kadınlara özgüven vermeye ve maddi destek olmayı amaçlayan bir proje. Çünkü hepimiz biliyoruz ki doğduğumuz coğrafyada kadınların daha fazla desteğe ihtiyacı var.
Benim için dünyayı geziyor olmak sadece güzellikleri görmek değil aynı zamanda sorunlarla yüzleşmek ve sorunlara çare bulmak için çözüm de aramak demek. Yaşadığım dünyaya ve üzerinde yaşayan her canlıya karşı sorumlu hissediyorum kendimi. Bu hissiyatta işte bu gönüllü işleri besliyor.
Gönülden İşler kapsamında kaç projede yer aldın?
Ah çooook! 🙂 Hatta daha fazla gönülden işler yapma heyecanım var.
Sponsorluk modelin nedir? Sponsor bulmakta zorluk çektiğin oluyor mu?
Bisiklet, kıyafet ve kamp malzemeleri konusunda firmalarla sponsorluk çalışmaları yapmaya başladım. Bir çok firmaya projeme maddi destek bulmak için mail gönderdim. Kimseye ‘’Hale Sargın’ı destekleyin’’ demiyorum ‘‘Bisikletle tek başına dünyayı gezmeye çalışan bir Türk kadınını destekleyin’’ demeye çalışıyorum.
Bu destek aynı zamanda bir çok kadına cesaret verecek, ilham olacak bir destek aynı zamanda. ‘‘Kimisi bütçemiz yok’’ diye dönüyor, kimisi ise geri dönme zahmetinde bile bulunmuyor. Yolculuğumda en büyük maddi destekçilerim ise yolculuğumu takip edenler. Tanımadığım bir sürü insana yolculuğumu sürdürmeme destek oldukları için minnettarım.
Bütçe planını nasıl yapıyorsun?
Düşüncesizce harcamaya, nakit olmadığı zaman kredi kullanmaya alışmış Hale’yi terbiye etmek kolay olmadı başlarda. Hesabımı bileyim diye bir süre elimde harcamalarımı yazdığım bir not defteri vardı, deliler gibi ne alsam hemen yazıyordum. Su 1 TL, 1 kg fasulye 5 TL… Arada karışıyordu acaba tuvalet kağıdını yazdım mı deftere yoksa yazmadım mı? Söyleyeyim benim için çok sıkıcıydı.
Para ile olan ilişkime mesafe koymaya çalışırken sürekli toplama ve çıkarma ile para hesabı yaparken buldum kendimi.
Benim bu süreçte odaklandığım daha çok ihtiyacım olmayanları almama alışkanlığını/bilincini kazanmak. İsteklerime değil ihtiyaçlarıma kulak vermeye çalışıyorum. Sabit bir gelirim de olmadığı için bütçe planı yapmak zor tabi. Baktım param azalıyor gönüllü olarak çalışıp karşılığında da konaklama ve yemek ihtiyacımı karşılayacağım çiftlikler araştırıyorum çevremde. Param oluncaya kadar çalışıp sonra tekrar yola devam ediyorum. Daha çok kazanmanın değil nasıl daha az harcama yapabilirim bilinci benim bütçe planım sanırım 🙂
Senin için doğayla iç içe olmak mı, yoksa bilmediğin bir şehrin sokaklarını pedallamak mı daha ilgi çekici?
Doğayla iç içe olmak kesinlikle! Şehirler yorucu benim için, Avrupa’nın bir çok şehrinde bisiklet ulaşım aracı olarak kullanıldığı için daha rahat hareket edebiliyorsunuz şehir içlerinde ama hele gel de Bolivya’da La Paz gibi bir şehir de bisiklet sür, çıldırırsınız.
Doğa içinde pedallarken doğa şartlarıyla mücadele ediyorsun sadece, şehirler de ise mücadele daha büyük, insan kalabalığı, trafik, bisiklet yoluna park etmiş araçlar…
İnsanlarından çok etkilendiğin veya “bir daha adımımı bile atmam” dediğin yerler var mı?
Aramızda Paraguay’dan bu yazıyı okuyanlar varsa belki hoşlarına gitmeyecek ama sanırım bir daha Paraguay’a gitmem 🙂 Tanıştığım bir çok kişinin ısrarcı tavrı, sürekli yolda yürürken erkeklerin sözlü tacizine uğramak, bunaltıcı havası, sivrsinekleri…
Birde tabi ülkenin düzlük olmasını da ekleyebiliriz, ben çevremde görkemli dağları görmek isterim, Paraguay’ın en yüksek dağı 842 metrecik, kalbimi fethedemedi anlayacağınız.
Şu ülkenin insanından çok etkilendim demek diğer ülkelerdeki insanlara haksızlık olur şimdi. Genel olarak Güney Amerika insanlarının yaşam felsefelerini seviyorum. Doğallıklarını, doğayla ilişkilerini, müziği ve dansı hayatlarının ayrılmaz bir parçası yapmış olmaları çok etkileyici.
Kadın bir gezgin olarak karşılaştığın zorluklar neler?
Kadın bir gezgin olarak karşılaştığım zorluklar şehirlerde yaşayan çalışan/okuyan kadından daha farklı değil aslına bakarsanız.
Şehirde yaşayan kadından farklı olarak hemen hemen her gün tanıştığım kişilerden şu cümleyi duymak beni zorluyor: ‘’Tek başına bir kadın bisikletle seyahat etmekten korkmuyor musun?’’ Ben korkularıma kulak vermeyip, beni yönetmelerine izin vermemeye çalışırken birileri sürekli canlı tutuyor bu sorularıyla korkularımı.
Ben de kendimce bir yol buldum, yalnız gezdiğimi söylemiyorum yol üstünde tanıştığım kişilere ‘‘arkadaşlarım arkamdan geliyor’’ ya da ‘‘arkadaşlarım önümde onlarla buluşacağım’’ diyorum. Böylece soruyu soramıyorlar. Nasıl yöntem ama 🙂
Üç yabancı dil biliyorsun. Bir gezgin olarak yabancı dil bilmenin avantajları sence neler?
İşimden istafa edip yola çıktığımda çok az bir ingilizcem vardı. Azlık seviyesini şöyle anlatayım; biriyle muhabbet etmeye kalktığımda 10 cümle sonra bildiklerim tükeniyordu. O yüzden 30 yaşına kadar gidip gezdiğim ülkelerde yerel kişilerle yada diğer turistlerle derinlemesine iletişim kuramıyordum, o ülke ile ilgili internetten bulduğum Türkçe kaynakları okuyup, bu bilgiler dahilinde sadece müze, park gezip, doğa yürüyüşleri ve kamp yapıp, restoranda yemek yiyip turistik aktiviteleri yapıyordum.
Sonra İtalya’da 1 sene boyunca Avrupa Gönüllülük Hizmeti yaparken İtalyanca öğrendim ardından gezerken gittiğim her ülkede karşılaştığım diğer gezginlerin de ortak dili olan İngilizcem gelişti, Güney Amerika’da geçirdiğim 3 sene boyunca da İspanyolca öğrendim.
Yabancı dil öğrenmek tahmin edemeyeceğim kapılar açtı, gezmek lafının kuru kuruya müze, park görmek olmadığını, hem diğer gezginlerle hem de yerel halkla iletişim kurdukça gezimin daha keyifli ve daha zengin bir hal aldığını gördüm. Kendi kişisel gelişimimden hiç bahsetmiyorum bile burda. İtalya’da 6. ayımda bir köy evinde ev ahalisi ile aynı sofrada oturmuş kendi yaptıkları Sicilya şarabını içip, onlarla sohbet ederken mutluluktan ağlayabilirdim. Dil bilmek büyük bir özgüven getiriyor.