Bazı kitaplar, şiirsel ve canlı anlatımlarıyla insanları tasvir ettikleri yerlere çekme gücüne sahiptir. Romanlarda betimlenen çeşitli yerlere yolculuk ederken okuyabileceğin en iyi seyahat kitaplarını listeledik.
Etrafı bolca gezmek istiyorsan altında bir araba olsun isteyebilirsin. En iyi fırsatları yakalamak için momondo’nun kiralık araç arama sayfasına göz atmayı unutma.
Elena Ferrante’den Napoli Romanları – İtalya
Takma adla yazan gizemli bir romancı, bir erişkinliğe ulaşma ve olgunlaşma hikayesi anlattığı dört kitaplık serinin ilk kitabı dünyanın dört bir yanında raflara çıktığında büyük ses getirdi ve birden herkesi bir “Ferrante humması” sardı. Bu dört kitapta Elena ve Lila adlı iki arkadaşın hayatının, çocukluktan erişkinliğe kadar uzanan 50 yıllık bir bölümü anlatılıyor. Hikayeler Napoli’nin kenar mahallelerinden şaşaalı Floransa’ya ve rüya gibi Ischia adasına dek birçok farklı yerde geçiyor. Napoli kitap serisinin merkezinde yer alıyor. Kızların mahallesi Rione Luzzatti’yi keşfet, şık Piazza Martiri’de oyalan ve mutlaka, içi doldurulmuş deniz kabuğu şeklindeki hamurişi sfogliatellenin tadına bak. Napoli fazla gürültülü gelmeye başlayınca da, feribotla bir saatte ulaşılabilen güzeller güzeli Ischia adasına kaç. Floransa, özellikle de şehirdeki 14. yüzyıldan kalma, eski şehir surlarının bir parçası olan üç katlı Porta San Niccolò kapısı romanlarda bol bol anlatılır. Floransa rönesansın doğum yeri olarak görülüyor; görkemli binaların arasında yürürken bu şehrin ortaçağ Avrupa’sında neden kültürün, ticaretin ve finansın merkezi olduğunu çabucak anlayacaksın.
Astrid Lindgren’den Şamatalı Köyün Çocukları – İsveç
İsveçli çocuk romanı yazarı Astrid Lindgren dünyanın eserleri en çok dile çevrilen yazarları arasında. Hikayeleri dünyanın dört bir yanındaki çocukları mutlu ettiği gibi, Lindgren’e toplumda değişim yaratması için bir platform da sundu. Kendisi İsveç’te çocuk dövmenin yasaklanmasına vesile olan ana faktörlerden biriydi.
Lindgren’in birçok hikayesinden biri olan Şamatalı Köyün Çocukları’nda, altı çocuktan oluşan bir grubu ve onların 1930’larda ufak İsveç köyü Bullerby’de yaşadıkları maceraları takip ediyoruz. Bullerby kurgusal olsa da, Lindgren’in babasının büyüdüğü gerçek Sevedstorp köyüyle birçok benzerlik taşıyor. Aslında, Lindgren’in hikayelerinin birçoğu Småland bölgesinden esinlenen yerlerde geçiyor.
Småland hem çocuklar, hem yetişkinler için samimi bir tatil yeri. Astrid Lindgren’in Dünyası’nda altı Bullerby çocuğu ve diğer karakterlerle beraber birkaç gün geçir. Zip Line turu yaparak Småland’ın ormanlarına, göllerine ve yabanıl hayvanlarına kuş bakışı göz at.
Småland’ın en belirgin özelliklerinden biri Lindgren’in hikayelerinde de betimlenen kırmızı ahşap kulübeler. Oxgarden Cottages’da bir gece kalarak pastoral İsveç yaşamının tadını çıkar (fiyatlar oda başına gecelik 1257 SEK’ten [507 TL] başlıyor).
Eleanor Catton’dan Ay ve Işıklar – Yeni Zelanda
“Tuhaf bir bilimkurgu-fantezi karışımı”. Man Booker Ödülü’ne layık görülen en genç yazar olan Kiwi Eleanor Catton 832 sayfalık sürükleyici romanı Ay ve Işıklar’ı işte böyle betimliyor. Kısmen Victoria dönemi gerilim hikayesi, kısmen astrolojiden güç alan bir gizem hikayesi olan roman Yeni Zelanda’nın Güney Adası’nda, 1860’larda Batı Kıyısı’nda yaşanan Altına Hücum döneminde geçiyor.
Ana karakter Walter Moody’nin kitabın başında geldiği kıyı kasabası Hokitika’dan ve etrafındaki altın yataklarından yola çık. Bu ufak tefek kasaba Altına Hücum döneminde en kalabalık yerleşim yerlerinden birine dönüştü ve günümüzde bu miras kutlanmaya devam ediyor. 30 dakikalık, rehberli bir miras yürüyüşüne çık ya da Ross Goldfield Information & Heritage Centre’da altın arayarak şansını dene. Etrafının keşfedilmeye hazır tertemiz bir doğayla çevrili olduğunu göreceksin.
Turkuaz suları ve bölgeye özgü yemyeşil çalıları bir arada hayal et: Hokitika Vadisi işte böyle bir yer. 40 metre yüksekliğindeki Hokitika Kulesi’nin tepesinden Tasman Denizi’ni, karlı Güney Alpleri’ni ve yağmur ormanını doya doya izle.
Jack Kerouac’tan ‘Yolda’ – ABD
Kerouac’ın simgeleşmiş kitabı Yolda (On the Road), ABD’de, tıpkı kitabın ana karakteri Sal Paradise ve etkileyici arkadaşı Dean Moriarty’nin çıktığına benzer bir deniz kıyısı yol gezisinde okumak için harika bir yol arkadaşıdır.
Yolculuğuna Beat Kuşağı’nın en sevdiği mekânlardan Greenwich Village’daki Village Vanguard’ı ziyaret ederek başlayabilirsin. Batıya yönelmeden önce, Hudson River Park’a uğrayarak, günbatımının harika manzarasına şahit olmayı unutma.
Bir sonraki durak Chicago… Bebop’tan avangarda cazın tüm türlerinin keyfini çıkarabileceğin The Green Mill’e mutlaka uğramalısın. Yolculuğuna New Orleans’a doğru devam et ve muhteşem oymalarla süslenmiş Viktorya dönemi evleri ile Southern Candymakers şekercisi gibi harika dükkânlar bulabileceğin sevimli Algiers semtine giden feribota bin. Harika diyebileceğimiz bir başka mola yeri ise, Colorado’nun başkenti olan eski Beat merkezi Denver ve bu topluluğun atan kalbi sayılabilecek Larimer sokağıdır. Günümüzde burada popüler restoranlar, yüksek apartmanlar ve birkaç küçük bira işletmesi yer alır. Sonunda San Francisco’ya ulaştığında, körfez bölgesinin baş döndürücü manzaralarına ve kalan yolculuğuna dair düşünceli bir sessizliğe ulaşabilmek için Telegraph Hill’e çıkabilirsin.
Haruki Murakami’den ‘Sahilde Kafka’ – Japonya
Haruki Murakami’nin Sahilde Kafka (Kafka on the Shore) romanı, iki ayrı karakterin – yaşlı bir adam olan Nakata ve 15 yaşında evden kaçan bir genç olan Kafka – Tokyo’dan küçük Shikoku adasına yaptıkları birbirinden bağımsız yolculuklarını anlatır. Çeşitli şehirlere yaptıkları yolculukların haritasını çizmek mümkün olsa da, uğradıkları mekânları tam olarak bulmak biraz daha zordur. Ancak, hayal gücünü tetikleyici ve büyülü anlatım, gelenekler ve ultra modern teknolojiyi buluşturmasıyla bilinen bu etkileyici ülkeye karşı seni bir merak duygusuyla dolduracağı için bu çok da önemli değil.
Yolculuğuna başkent Tokyo’dan başlayabilirsin. Öncelikle inanılmaz çeşitte elektronik alet ve cihaza ek olarak, çizgi romanlar ve popüler kültüre dair eşyalar bulabileceğin Akihabara Elektronik Semtini keşfetmekle başla. Ardından Japonya’nın en eski Shinto tapınaklarından Sumiyoshitaisha’yı bulacağın Osaka’ya giden bir trene atlayabilirsin. ‘Kushikatsu’ (şişe geçirildikten sonra sosa bulanarak kızartılmış yiyeceklerden oluşan bir yemek türü) yemeklerinin tadına bakmak için, rahat bir bölge olan Shinsekai’ye uğramak isteyeceğini düşünüyoruz.
Yolculuğuna hoş bir şehir olan Kobe ile devam et. Çeşitli sake işletmelerinin bulunduğu Nada semtinde sakenin tadına baktıktan sonra, dünyanın en uzun asma köprüsü Akashi Kaikyo’yu gezebilirsin.
Alex Garland’dan ‘Kumsal’ – Tayland
Tayland’da geçen muhtemelen en ünlü roman, daha sonra Leonardo DiCaprio’nun başrolünde oynadığı film uyarlaması da çekilen Kumsal’dır (The Beach). Roman, sırt çantalı bir gezgin olan Richard’ı ve sadece küçük bir gezgin grubu tarafından bilinen, el değmemiş ve izole bir adayı arayışını konu olarak seçer. Kitap, Tayland adalarının ürkütücü ve etkileyici atmosferini o kadar gerçekçi ama aynı zamanda da büyüleyici bir şekilde sunar ki, seyahat etme arzusu kitabın ilk cümlelerinden itibaren okuyucuları esareti altına almaya başlar.
Richard’ın – ve senin – macerası Bangkok’un merkezindeki Khao San Caddesi’nde başlıyor. Bir zamanlar büyük bir pirinç pazarı olan bu yer, günümüzde sırt çantalı gezginlerin popüler mekânlarından biri haline geldi; burada ucuz konaklama imkanları, hareketli bir gece hayatı ve egzotik yiyecekler (mangalda pişirilmiş böcek türleri gibi) bulabilirsin.
Richard’ın yolculuğunu takip ettiğinde kendini Tayland Körfezi’nde bulacaksın. Açık denizden Koh Samui, Koh Phangan, Koh Samet, Koh Tao gibi çeşitli adalara yolculuk edebilirsin.
Daha fazlası: Tayland’ın en güzel 8 adası
Salman Rüşdi’den ‘Geceyarısı Çocukları’ – Hindistan
Salman Rüşdi’nin başyapıtı Geceyarısı Çocukları (Midnight’s Children), modern Hindistan’ın tarihini, Hindistan’ın bağımsızlığa kavuşmasıyla aynı anda doğan ve aynı zamanda doğmuş diğer 1.000 çocukla telepatik bir iletişim kurabilme gücüne sahip Saleem Sinai’nin hayatı aracılığıyla anlatır. Etkili, şiirsel ve büyülü anlatımıyla bu roman, hayal gücünü uyararak, yeni seyahat maceralarına özlem duymanı sağlayacak.
Roman, Hindistan yarımadasındaki Kaşmir’den Agra’ya ve Bombay’a uzanan çeşitli bölgelerde geçiyor. Bir vadide bulunan ve Pir Panjal sıradağlarıyla çevrili olan Saleem, Kaşmir’in kırsal arazisini hayal eder: Srinagar’ın kıvrımlı nehri, Gulmarg’ın tepesi karlarla kaplı dağları ve Sonamarg’ın çayırları. Saleem’in ailesi kısa bir süreliğine Agra’ya taşındığında, Hindistan’ın en ünlü simgesi Tac Mahal de romandaki yerini alır. Babür imparatoru Şah Cihan’ın 17. yüzyılda üçüncü eşi Mümtaz için inşa ettirdiği bu hayranlık uyandırıcı yapı, Dünyanın Yedi Harikası arasında da yer alıyor.
Hindistan’ın en kalabalık şehri Bombay, seni bir duygu ve deneyim girdabı içine hapsedebilme gücüne sahip bir yer. Hindistan’ın üretken film endüstrisini ve büyük bir şehir ormanını da içinde barındıran Bombay, şehrin Gotik tarzındaki görkemli tren istasyonu Chhatrapati Shivaji Terminus da dahil olmak üzere muhteşem koloni dönemi mimarisi örneklerine sahiptir.
Daha fazlası: Hindistan’da mutlaka görülmesi gereken 14 yer
Jane Austen’den ‘Gurur ve Önyargı’ – İngiltere
Gurur ve Önyargı (Pride and Prejudice), Viktorya dönemi öncesinde İngiliz kırsalında yaşayan beş kız kardeşten biri olan Elizabeth Bennett’in hikayesini anlatır. Romanın geçtiği yerler hayal ürünü olsa da, Austen başta Hampshire ve Derbyshire olmak üzere, gerçek İngiliz kırsal hayatından önemli ölçüde esinlenmiştir. Ufak kasabaları, sıra sıra tepeleri, dolambaçlı toprak yolları ve kadim ormanlarıyla, Austen’in karakterlerinin burada yaşadığını hayal etmekte hiç zorlanmayacaksın.
Yolculuğuna Derbyshire’dan başlayabilirsin. Burada Peak District Ulusal Parkı’nın bozkırlarında yürüyüş yaparak, Hathersage Moor’da bulunan ve bölgenin kırsal arazisinin yukarıdan harika manzaralarını sunan Stanage Edge kayalıklarına çıkabilirsin. Muhteşem bahçelerde dolaşıp, malikânenin arkasındaki çiftlikte uygulamalı süt sağma etkinliğine katılabileceğin büyüleyici Chatsworth House’u ziyaret etmeyi de unutma.
Austen’in sıkı hayranları, yazarın Chawton’daki (Hamsphire’ın bir yöresi) evini, Steventon’daki doğum yerini ve Netherfield Park romanı için ilham aldığı Basildon Park’ı ziyaret edebilir.
Karen Blixen’den ‘Benim Afrikam’ – Kenya
Karen Blixen’in Kenya kırsalına dair zengin yorumlarının, zihninde uçsuz bucaksız ve gösterişli bir arazi yaratarak, seyahat etme arzunu hiç vakit kaybetmeden harekete geçireceğine emin olabilirsin. Ngong Tepeleri’nin eteklerindeki kırsal bir alanda geçen Benim Afrikam (Out of Africa), kahve yetiştiriciliği yapan Danimarkalı Barones Blixen’in hikâyesini ve ülkeyi gezen diğer Avrupalılar ve yerel halk ile karşılaşmalarını anlatır.
Karen Blixen, Kenya’da 17 yıl yaşadı ve ülkede izlerini bıraktığına hiç şüphe yok. Eskiden yaşadığı ev, tablolarına ve mobilyalarına hayran kalacağın, kahve çiftliğinin orijinal teçhizatının da korunduğu bir müze haline getirildi.
Nairobi’den uçakla kısa bir mesafe uzakta, Kenya’daki vahşi yaşam alanlarının en büyük ve eskilerinden biri olan Tsavo Ulusal Parkı yer alır. Burada Afrika’nın beş büyükleri olarak kabul edilen Afrika aslanını, Afrika filini, Afrika mandasını, Afrika leoparını ve beyaz/siyah gergedanları görebilirsin. Blixen’in kitabında oldukça canlı bir şekilde betimlediği araziye bir göz atmak için Maasai Mara’ya da uğrayabilirsin. Burada yaşamış Maasai halkını onurlandıracak şekilde isimlendirilmiş bu bölge, savan hayatına eksiksiz bir biçimde şahit olmak için mükemmeldir.
Isabel Allende’den ‘Ruhlar Evi’ – Şili
Allende’nin ilk romanı Ruhlar Evi (The House of the Spirits), pek çok sosyal ve politik değişimin yaşandığı bir dönemde Trueba ailesinin birkaç neslinin Şili kırsalında ve başkentinde geçirdiği hayatı anlatır. Büyülü gerçekçilik akımını izleyen roman, özünde Şili’nin kimliğini ve arazisini keşfe çıkar ve Şili seyahati öncesinde, sırasında veya sonrasında değerlendirilebilecek sürükleyici bir okuma fırsatı sunar.
Şili, kuru çöllerden buzullara ve volkanlara uzanan hayranlık uyandırıcı doğası ve harika şaraplarıyla büyük bir üne sahiptir. Eğer şarap tadımıyla ilgileniyorsan, kendi turunu planlayarak Casablanca veya Colchagua Vadisi’ne gitmek isteyebilirsin. Birazcık araştırma ve iyi bir sözlükle, kendini vakit kaybetmeden lezzetli bir Chardonnay’i tadarken bulacağına eminiz.
Tercihini doğayı keşfetmekten yana kullanıyorsan, başta Patagonya meşe ağaçları, maymun çıkmazı ağaçları, Pudu geyikleri ve iri Macellan ağaçkakanları olmak üzere sayısız tür bulacağın Tolhuaca Ulusal Parkı’na gitmelisin. Parkın arazisine hükmeden 2000 metre yüksekliğindeki Tolhuaca Volkanı’nı da unutmamak lazım.